13 Mart 2020 Cuma

salih'in kaybettiğini bulmasıdır

''...kendime yaşamayı öğretirken buldum kendimi yeniden''

kadıköy moda’da çantamı bir hışımla toplayıp çıktığım yerde kendimi ardımda bıraktım. yürüdüm, yanımdan geçip gittiler, yürüyemedim, dizlerimin bağı çözüldü, en yakın banka attım kendimi. telefonum çaldı, son gücümle telefona baktım. arayan liseden çok sevdiğim bir öğrencimdi, açacak halim yoktu, açmamalıydım biliyordum ama belki tam o anda aramasının bir anlamı olabileceğini düşünüp açtım. işte sen hep böylesin Salih. en dibi gördüğün anda bile hala bir mucize bekliyorsun, hala tutunacak bir söze muhtaç yaşıyorsun. hep böyleydin. kıyafetlerini verecek ihtiyaç sahibi birilerini arıyormuş, siz yardımcı olabilir misiniz diye sordu. o an konuşamayacağımı daha sonra ilgileneceğimi söyledim. şimdi bakıyorum, o an beni yürütmeyen, konuşturmayan hatta ağlatamayan idrak neydi? kendi kendimle çarpışmam mı, yanılgımla yüzleşmem mi, o andan sonra taşıyacak olduğum yükün ağırlığını farketmem mi?

aylar geçti. marmaray bostancı istasyonunda bir hışımla trene bindim. ağlamamak için yumruklarımı sıkıyordum. kahveciden çıkıp eve yürüdüğüm günkü gibi, kendimi her gün geçtiğim sokağın köşesinde bırakıp yumruklarımı sıkmaktan gücümü yitirdiğim günkü gibi. artık o köşe senin için bir şey ifade etmiyor Salih, iyi yanından bak. o zaman beni güçlü kılan, içimden parça kopara kopara kendimden gitmemi sağlayan şey neydi? yumruklarımı sıka sıka kendim olma gücünü bana veren, artık kimsenin yanında ağlamamayı öğrenmenin ağırlığıyla, karşı caddede halı silkeleyen kadının hikayesini düşünüp içimden çığlıklar ata ata masada sessizce oturma gücünü bana veren neydi?

evden çıkarken ikindiyi kılmayı unutmuştum. her şeyi unutuyordum çünkü aklımda sadece bir şey vardı. varlığında her şeyi unutturanın yokluğunun kendini bile unutturacak hale getireceğini nerden bilebilirdin Salih? bilemezdin. almam gereken malzemeleri alıp devâti’ye geçtim, ikindiyi kıldım, içimden neden yanından her gün geçtiğim yerde hiç namaz kılmamışım, dedim. bana sığınak olacağını bilmiyordum. kendimi her kaybettiğimde aramaya başlayacağım gölgeliğin orası olacağını bilmiyordum. bu kapıya gelen mana bulur yazısına saatlerce bakıp mana dileneceğim günlerin çok yakın olduğunu bilmiyordum. çıktım ve daha önce gitmediğim yollardan fethipaşa’ya gittim. tek miydin Salih? daha önce bilmediğin yollardan fethipaşa’ya nasıl çıktın? yanında biri var mıydı? sen var mıydın? bilmediğim yollardan gittiğim gibi hiç bilmediğin yollardan geri döndüm. şimdi bakıyorum, parktan geçerken bana “bu yollardan böyle çiçekliymiş gibi geçiyorum ama bu yolların bana dönüşü nasıl olacak” diye düşündürten şey neydi? hayatımın en mutlu olduğum anlarından bir duraksamayı yaşadığım, hayatımda en mutlu olduğumu sandığım bir yanılsamayı yaşadığım, fıstıkağacı’na inen merdivenlerden sadece bir gün sonra nasıl kafa göz düştüm? bile bile yuvarlandığım bu yolda beni bu kadar cesaretli kılan neydi?

iki ay geçmişti. akşam vakti üsküdar çeşme’de oturmuş hiçliğimi düşünerek acımı hafifletmeye çalışıyordum. gerçek olmayan bir şeyin gerçekliğine inanmakla kalmamış kutsamış, kutsadığın kadar dibe batmıştın Salih. gerçek değildi. sen gerçek misin Salih? yanıma bir adam geldi, bir şeyler konuştu, cümleleri ard arda sıraladı, bir şeyler sordu bir şeyler anlattı, konuşmanın sonunda adamın elindeki posterleri engelliler için satmaya başlamıştım. ben satıyordum, tanımadığım bir adamla beraber, tanımadığım insanlara üzerinde ne olduğunu bilmediğim kartpostalları satıyordum. şimdi bakıyorum, akşamın o saatinde tanımadığım bir adam engelliler için poster satmayı teklif edince bana bunu kabul ettiren, adamın hikayesini dinlettiren ve sonra yine bir hışımla bırakıp gittiren cesaret neydi? kendi hikayende boğulmaktan yorulmuştun Salih. yeni bir şeylere tutunmak istiyordun. bilmediğin, keşfetmediğin, kendini bırakmak zorunda olmadığın, ucundan kıyısından hikayesine şahitlik ettiğin yeni insanları hayatına katmak istiyordun.

yaz sıcağı. herkesin dışarıdaki sıcaktan boğulduğu vakitte sen içindeki yangından boğuluyordun. bir gün yine etrafımdakilere ama en çok da kendime tahammül edemediğin bir gün evden çıktım. devâti’ye gittim. oturmamam gereken bir yerde oturuyordum. hissettiğim şey safi acıydı. özlemin ve pişmanlığın getirdiği acı. çırpına çırpına bir yere varamamanın verdiği güçsüzlük. her gece gördüğün rüyaların gününü zehir etmesi. kan revan içinde üsküdar’a vardığın günler. hepsi geçti Salih. bak bütün yaraların kabuk bağladı. her şey geçti. oturduğum yere bir amca geldi, adımı sordu, cümleleri peş peşe sıraladı, bir şeyler anlattı, bir şeyler sordu, konuşmanın sonunda amcaya evinde ona kitap okuyacağıma söz vermiştim. ertesi gün yine oradaydım. amca yine geldi. eşinin evde olduğunu ve beni beklediğini söyledi, gittim. bir an bile tereddüt etmedim. bir saate kadar oturdum, amcaya kitap okudum, teyzeyle muhabbet ettim, oğullarıyla evlenmeyeceğimi söyledim. çıktım sonra, hala görüşüyorum osman amcamla. fakat şimdi bakıyorum da, beni o gün ne idüğü belirsiz bir amcanın evine tereddütsüz götüren gözü karalık nereden gelmişti? kaybedecek hiçbir şeyin yoktu Salih. pişmanlığın ve aynı zamanda haklılığın, çarptığın bütün duvarlar seni bu kadar çaresiz bırakıyordu. bir sonraki adımını düşünmeyecek kadar kapalıydı idrakin. yoktun, varlık gösteremiyordun. sahiden var mıydın Salih?

neredeyse bir yıl geçti. geçen bir yıl mıydı bir ömür müydü Salih? isimlerini sayamayacak kadar çok insanla tanıştım. çok azına hikayemi anlattım pek çoğunu dinledim. hepsinin hikayesinin bir parçasında kendimi buldum. parçalana parçalana çıktığım yolda kendime, hikayeme insanları kata kata yürüdüm. yürümedin, koştun, varamadın, düştün. kalktın, yine koştun, yine varamadın. sen koşup da varamayanlardansın Salih.

yol insanı eğitir. yol insanı insan yapar. insan insanı insanda tanır. sen de tanıdın Salih. sen bu yolun başlangıcının başlangıç olduğunu bilmeden, biteceğine ihtimal bile vermeden geçtin bu yoldan. çaresizce yumrukladığın bütün gerçekliğin şimdi ellerinde bir yanılgı olarak kalakaldı. gerçeğin, gözlerinle gördüğünü sandığın, yüreğinde hissettiğini sandığın bütün gerçekliğinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gördün ve yine hiçbir şey bilmediğini idrak etmenin hayretiyle kalakaldın.

arayıp durdun. hiçliğini ve her şeyliğini aklından çıkarmamaya gayret ederek koştun. bir yere varamayacağını anlayınca artık durdun. acizliğini ve muhtaçlığını kabul etmeden o kuyuda debelenip duracağını anladın. başkasına muhtaçlığının, seni herkes gibi yapan bütün hasletlerinin, herkesten farkının aslında olmadığının farkına vardın. bildiğini iddia ettiğin her şeyi artık anladın. belki de anlamadın. belki de hala hiçbir şey bilmiyorsundur Salih.

kendini bildin bileli eksik hissettin. o da yetmedi bir de yarım hissetmeye başladın. eksikliği tamamlayacak şeylerin peşinden koştun durdun. o eksik parçanın dünyadan olduğuna inandın mı gerçekten Salih? sen kendini ararken aslında neye ulaşmaya çalıştığını hala anlamadın mı Salih? insanların birer basit durak olduğunu, dün bugün ya da yarın, sahici olan tek bir şey olduğunu, onun da bu dünyadan olmadığını hala anlamadın mı?

koşacaksın. düşeceksin. yine kalkacak yine koşacak yine varamayacaksın. gerçek olmayan bir dünyada gerçek olmayan bütün yaraları ve sevinçleri gerçekmişcesine hissedeceksin. yine yanılacaksın. sonra yine yanıldığını anlayacaksın. girdiğin her girdaptan yine onunla kurtulacaksın. çünkü hem herkessin hem biricik. seni onunla bağlayan bağın biricikliğini unutmadıkça bütün girdaplardan, hıçkırıklarından, çığlıklarından, dibine kadar hissettiğin çaresizliğinden kurtulacaksın. çünkü burası dünya. burası bu kadar.

“bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” ankebut, 64.

''Salih sakin ol, salihlerden ol, nevrotiklerden olma. geç kalmadın. hiçbir şeye geç kalınmaz, her şey kendi zamanında olur.''